2+1 HAYATLAR
17 Ağustos 1999, Türkiye’nin sadece travmatik milatlarından biri değil, yıllar sonra kendini gösterecek bir sosyolojik dönüşümün temellerinin de atıldığı tarih. Bu sosyolojik dönüşümün seslerini duyanların sayısı yavaş yavaş çoğalıyor.
Nedir bu sosyolojik dönüşüm? Resmi adıyla 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile format atılan toplumsal dinamikler. Halk arasındaki tabiriyle Kentsel Dönüşüm Kanunu ile tezahür eden kitlesel revizyon.
İçinde bulunduğumuz yıllar, apartman sakinlerinin deprem korkusu duygusu ile binalarının yenilenmesi hevesinin birbirine karıştığı yıllar. Bulanmış coşkular ve kaygılar sahasında yüzölçümleri küçülen kitlelerin yarınlara dair bütün öngörülerine büyük bariyerler kurulan yıllar da yine içinde bulunduğumuz bu yıllar.
Ekonominin öyle ya da böyle, canlanmasına katkıda bulunan bütün yapı dönüşümlerinin, önemli bir kitleyi mali açıdan cendereye alsa da yeni fırsatların da önünü açtığı aşikâr. Kentsel Dönüşüm tabiri ağırlıklı olarak şehir planlaması üzerine, kültürel, doğal, sağlıklı sosyal hayatın inşasını da hedefleyen düzenlemeleri içeren bir tabirken pratikte bugün, Fransız balkon seçeneklerinin ve kat otoparkı prangalarının tartışıldığı gelişmelere evrilmiş durumda. Tamamen bağlamından kopartılmış bir sürecin sürüklediği insanlar, can güvenlikleri kadar kurgulanmış konfor kompozisyonlarının büyüsüne de teslim olmuş halde. Küresel tüketim alışkanlıkları günden güne tekrar tekrar modellendiğinden, barınma hakkına dair talepler de ister istemez dünyanın bütün şehirlerinde arzu objeleri ve arzu mekanları sirkülasyonunu tekrar tekrar besliyor.
Müteahhitler ve inşaat sektörünün önde gelen sermayedarları bu gelişmeleri yakından takip edip istihdam alanlarını genişletse de bir taraftan da şehrin dokusunun paralize olması pahasına yerel yönetimlerin izinlerini sadece ve sadece kâr paylarını düşünerek manipüle etmekten de çekinmeyebiliyor. Yüksek kâr payı hedefleyen sektörün aktörleri, dönüşüm sürecinde dairelerin küçülmesini, güncel ifadeyle 3+1 ‘den 2+1’e düşen oda sayısını büyük bir maharetle vatandaşlara dayatmayı becerebiliyor. Evlerinin yenileneceğini, güvenlik kadar estetik katsayısının da artacağını değerlendiren sakinler ise eksilen odaların hesabını hem zorunluluktan hem de sınırlamaya yanaşmadıkları keyfi yönelimlerinden ötürü yapmıyor, yapmak istemiyor.
On yıllar önce büyük emeklerle ve büyük özverilerle 3+1 dairelerin sahibi olmuş, bugün ise ancak ve ancak emekli maaşlarıyla hayatlarını sürdürmeye çalışan orta yaş üstü nüfus, karşılıklı rızadan çok, şart(!)lar gereği yaşam alanlarından da taviz vermeye mecbur bırakılıyor. Yaşlı ve evlatlarından ayrı hayatlar süren düşük gelirli malikler, yenileme sürecinde ya yaşadıkları şehre tutunmanın ya da büyük bir hızla yaşadıkları şehri terk etmenin derdiyle hemhal oluyor.
İç mimarların göz yanılsaması yaratmak için tavsiye yarışına girmeleri de bu dayatmanın bir alt parametresi olarak karşımıza çıkıyor. Duvar ve eşyalarda renk ve desen seçiminin yaşam alanını arttıracağına inanmamızı bekleyen çok sayıda iç mimar, bienal enstalasyonu ile barınma hakkının unsurlarını olmadık retoriklerle birleştirmekten vazgeçmiyor. Kimse de daire içi vitrin hilelerinin ahlaki boyutunu sorgulamaya cesaret etmiyor.
Aslında eksilen bir oda ile birlikte hayatlarımızdan birçok şey savrulmaya yüz tutuyor.
3+1’den 2+1’e transfer olan ebeveynler, öğrenci çocuklarına bağımsız alan sunamadıklarından eğitim hayatlarına büyük bir darbe vuruyor. Bu darbeden kaçmak isteyen öğrenciler bağımsızlığını okuma salonu eksikliğinden ötürü kafelerde kazanmaya çalışıyor. Kafelerdeki ekonomik döngüye katılamayanların zaten hassas olan konsantrasyon talepleri ise şımarıkça bulunuyor ve yabancılaşmaya dair haksız yaklaşımlarla genç belleklere öfkeli yeni güzergahlar yükleniyor.
3+1’den 2+1’e transfer olan aileler konaklamalı misafir ağırlama imkanlarını fiziki kondisyon gereği kapatmış oluyor. Cenaze, bayram, düğün ve benzeri kolektif etkinliklerde bir aradalığa önem veren Türkler, yaşam alanlarındaki küçülme dolayısıyla tarifi ve telafisi güç mahcubiyetler ve kopuşlara sürükleniyor. Bu aşamadan sonra misafirperverliğiyle övünme lüksü mazinin sıcak ama uzak odalarına emanet ediliyor.
3+1’den 2+1’e transfer olan aileler, çalışma odası, okuma odası türünden sanki sadece akademisyenlerin, entelektüellerin ihtiyacıymış gibi sunulan odaları lüks kategorisinde tanımlamaya başlıyor. Böylelikle bütün hane halkı, sürekli sesin/görüntünün ve türlü medya aparatlarıyla dolu ortak yaşam alanlarının içinde kendine okuma ya da yazma köşesi oluşturmaya çalışıyor, oluşturamayınca da bu çabayı terk ediyor. Evin içinde okuma, yazma, odaklanarak proje geliştirme formasyonu evin dışına taşınıveriyor. Gergin münakaşaları sırtlayarak…
3+1’den 2+1’e transfer olan ailelerin reşit bireyleri, üzerlerine doğalında yüklenmiş ayrı evde yaşama stresiyle, okusun okumasın yeni bir darboğaza giriyor. Bütçesini toparlayamayan genç kendisini ebeveyninin üzerinde bir rahatsızlık öznesi, fazlalık nesnesi olarak görmeye başlıyor. Evin içinde asla dile getirilemeyen bu derin yorgunluklar yanlış zamanlarda ve muhtemelen olağan kriz anlarında yüksek dozda patlama noktasına varabiliyor. Ergenlikle yetişkinlik arasındaki o hassas salınım döneminde sürekli görünür olmak, sürekli evin içinde ‘mevcut’ bulunmak hem kutsanan aile kurumunu rencide ediyor hem de kişisel gelişim sürecine kolay kolay çözülemeyecek eziklik komplekslerini ekliyor.
Oda sayısından bağımsız, balkonları bile dünyalarından alınan yaşlı nüfusun önce ikna edilmesi ve ardından da küstürülmesi ile kent hayatının bütün ‘dün’e ait sesleri, renkleri, devinimleri hızla buharlaşmış oluyor. Kaldırımlarda ağır aksak yürüyen ihtiyar sakinlerin yerini motor kurye cambazlıkları alırken, oturulamaz-ayak uzatılamaz küçüklükteki yeni balkonlara da zar zor birkaç saksı sıkıştırılıyor.
Modern hayatın itiş kakış tasfiye ettiği eski nüfus kendi romantizmini kederli kederli unutmaya yazgılı kılınıyor.
Varoluş sancısıyla başa çıkma çağına gelmiş gençler ise dip dibe oturulan salonların ortasına bütün o sıkışmışlık duygusunu bir bomba gibi bırakıveriyor.
Zamana galip gelen 1999 depremi tuğlasına temas bile etmediği evleri, o evlerin düzenlerini yerinden oynatmaya bugün de devam ediyor.
Okan VAROL